Başım ağrıyor be Gömlük…

Akşamları ağrıyor bazen. Anneme desem başlayacak hemen; “Sabahları saçını yıkayıp çıkıyorsun evden, adam gibi kurutmadan, ondan ağrıyor” diye. Ah be Gömlük, şu laflar daha çok ağrıtmıyor mu insanın başını?

İnsanlar olaylara iyi yanından bakmayı bilmiyor be Gömlük. Hele annem, hiç bilmiyor. Bu baş ağrısının daha güzel bir sebebi var belki, tümör mesela, olamaz mı? Olaylara hep iyi yanından bakmak lazım. Hatta bu tümörün çok ilerlemiş, kötü huylu bir tümör olduğunu da düşünebiliriz ama bu da çok fazla Polyannacılık olur kanaatimce…

Beynim biraz daha sulanıyor her geçen gün, biraz daha unutkanlaşıyorum gitgide. Allah’tan yedi tane cüce ile tanıştım geçenlerde. Şöyle oldu o da, bir sabah fısıldaşmalar duydum yanıbaşımda:

– Uyanmıyor
– Dürtsek uyanır belki
– Yok, dürttüm ben, uyku değil bu, kesin kötü kraliçe yüzünden
– Hımm, görünüşe bakılırsa kebapçı kılığında gelmiş bu sefer, zehirli adana getirmiş, baksana yarısını yiyememiş eleman, bitiremeden zehir etkisini göstermiş herhalde, değilse lop lop indirirdi mideye
– Yok abi, ben getirttim o kebabı, tam yerken siz odaya daldınız, ondan yarım kaldı
– Eee, bu niye uyanmadı öyleyse halen?
– Abi, öpsek?
– Lem, dingil, biz öpersek olur mu, prens lazım bir
– İyi de erkek bu, prenses lazım değil mi?
– Prensesi kim kaybetmiş de biz bulacağız oğlum? Hem hiç bir prenses gelip prensi öper miymiş?
– Ya nasıl olacak?
– Prens gelecek, prensesi önce dudaklarından öpecek hafif hafif, sonra yanaklarından boynuna doğru inecek, bu esnada eliyle…
– Öhö öhüm, yok, yani prenses gelmiyor madem, biz nasıl uyandıracağız?
– Çekilin lan bücürler, öpüyorum ben

O esnada uyandım işte. Atalarımdan miras Osmanlı tokadı ile beni öpmeye yeltenen dötten bacaklıyı duvara yapıştırdım. Bunu gören diğerleri tam voltranı oluşturuyordu ki bir daha uyandım. Bu sefer uslu uslu oturuyorlardı. Konuştuk, meğer cüce değillermiş aslında, boyu değil işlevi önemliymiş, devede de boy varmış, hem kime göre, neye göreymiş, emişli memiş…

Neyse işte, artık onlar fısıldıyor bana yapacağım işleri, onlar hatırlatıyor. Şimdi de “uyu artık” diyorlar mesela ama uyumayacağım. Uyanık kalmak için acı çekiyorum resmen ama uyumayacağım, en azından bir süre daha. Hem, kaç sene kaldı ki temelli uyumama, değil mi?

Hâlâ çiçekçiler beyaz gül satıyor, utanmadan. Belki de utanıyorlardır, bilmiyorum, sormadım hiç. Yüzlerine de bakmadım; belki utanıyorlardır satarken. Belki de başları önde, gözlerinde birer damla yaş ile koyuyorlardır beyaz gülleri diğer çiçeklerin arasına.

Bıraktım ben de gül almayı, utanmadan. Soluyorlar be Gömlük, çok kolay soluyorlar. Hele beyaz olanlar… Beyaz gülleri kuruttugun zaman sararıyor renkleri, kaybediyorlar ilk hallerini. Sarılar öyle değil, sarı güller, özellikle kalın yapraklı olanlar renklerini kaybetmiyorlar pek, sadece küçülüyorlar biraz ki her çiçek kurutulunca küçülür. Aslında belki de onlar da sararıyordur ama zaten sarı oldukları için belli olmuyordur. Kırmızı güller ise siyahlaşıyor gitgide. Emin olamıyorum bazen, hangisi daha güzel; bozulan saflık mı, peşinden keder gelen şehvet mi? Ve ne kadar da mânidâr; Ayrılığın simgesi sarı güller ebedî…

Midem bulanıyor Gömlük, hamile miyim acaba? Epeydir de âdet görmedim zaten, hatta hiç görmedim. Belki doğuştan hamileydim, belki de henüz ergenliğe girmedim. Erkek olmamla da alakası olabilir tabi…

Cücelerden birisi masaj yapıyor başıma, iyi gelmiyor lâkin. İsimlerini bilmiyorum. Aslında söylediler ama aklımda tutamadım, evet, unutkanlaşıyorum gitgide, söylemiş miydim? Unutmuşum söylediysem de. “Cücelerden birisi” diyorum her birine, zaten bir tane var, yani galiba. Hepsi birbirine benziyor gibi. Evet, yedi tane var aslında, ama toplasan bir Kırmızı Başlıklı Kız etmiyorlar. Çarpsan ne olur bilmiyorum, elinde kalabilirler.

Başım ağrıyor Gömlük, söylemiş miydim?