Endurocu gibiyim, değil gibiyim

Sevgili Gömlük, epeydir uğramıyordum yanına ya, bil bakalim niye? Motor aldım ben, yıllarca lafını ettikten sonra aldım sonunda…

Gerçi ondan önce de uğramıyordum epeydir ama olsun, bahanem bu olmuş olsun. Neyse, çin malı falan ama olsun, çin malı motorlar arasında değerlendirince iyi bir motor, Regal Raptor DD250E-9B oluyor kendisi, bir ara fotoğraflarını da atarım, sen şimdilik internetten falan bakadur.

Ne zaman aldım, üç hafta falan oldu herhalde, hatırlamıyorum ne zaman aldığımı, ehliyeti de iki hafta önce aldım daha. Ehliyeti alana kadar site içinde falan sürdüm biraz, ehliyeti alayım, trafiğe çıkarım diyerek. Nitekim aldım ehliyeti, direk vurdum kendimi yollara. Direk vurmadım da olsun, direk sayılır yine.

Önceki cuma günü şirketten ayrılan bir arkadaş için veda yemeği vardı Tavacı Recep Usta’da. Diyordum, hava güzel olsa da motorla gidip gelsem, değilse çok uğraştırıyordu bu tür yemeklere gidiş geliş olayları. Gerçi işin ucunda yemek olunca acımıyordum ama olsun. Neyse, perşembe gecesi geldi, tam yatacağım, telefon göçtü bir program yüzünden. Ne alaka deme, dur. Telefon göçünce ne oldu? Tabi ki başladım onunla uğraşmaya. En basitinden yeni bellenimini yükleyeyim dedim. O da büyük bir dosya, onun inmesini beklemeye başladım, indi, kurdum, telefon düzeldi, sonra da gerekli programları kurmaya başladım yeniden. Neyse, höyle höyle derken 1’i geçti saat, 2’ye yaklaştı hatta, dedim “yatayım, yarin kalkamayacagim degilse”. Kalkamadım nitekim. (Bu arada bu yazıyı yazarken bir yandan da msn’de birilerine laf yetiştiriyorum, öyle olunca Türkçe karakter kullanımım tutarsızlaşabiliyor biraz). Ne diyordum, ha, kalkamadım, kalktım da servise yetişemedim. Aslında bir servis daha var, biraz daha uzaktan geçiyor, zorlasam ona yetişirdim de zorlamadım, baktım hava güzel, ortam futbola müsait, dedim, çıkayım eve, içliğimi, korumalarımı giyeyim de motorla gideyim. Şimdi, şöyle iki durum var; birincisi şudur ki hava durumuna göre o gün yoğun yağışlı olacaktı. Gel gör ki gökyüzü bulutsuz, hava da ılık gibi görünüyordu. Asıl önemli olan ise ki ikinci oluyor kendisi, o ana kadarki en uzun yolum evden optimum’a kadardı, biraz uzunca da olsa yürüme mesafesi sayılır yani. İş ise 40-50 km ötede…

Bindim motora, bastım marşa, çalışmadı. Zinzinzin edip durdu. Biraz daha uğraştım, yine olmadı. Baktım olmayacak, vurdurayım dedim yokuş aşağı. Şansım sitenin hemen yanında bir iniş var, vurdurmaya müsait yani. Gittim, vurdurdum, çalışmadı, iniş de bitti bu arada. Geri çıkarmaya üşendim, baktım orada başka bir sitenin park yeri de vurdurmaya müsait, gittim, bir de orada saldım motoru, tam çalışır gibi oldu ama yine durdu. Başka şansım kalmadı artık, indim, güç bela çıkardım başladığım yere kadar. 5 kere falan mola verdim herhalde çıkana kadar. Hani çok ağır sayılmaz bir de motor, 150 kg falan. Daha iri bir motor olsa mümkün değilmiş yani. Gerçi daha iri bir motor olsa daha da kaliteli olurdu herhalde, o da böyle sorun çıkarmazdı. Neyse, çıkardım yukarı, bir daha denedim, oldu bu sefer, çalıştı güç bela.

Çıktım yola, gidiyorum, Göksü Parkı’nın oraya geldim, kavşaktan sola döneceğim. Tam dönerken teklemeye başladı motor. Ne oluyor lan dedim, hemen yanaştım kenara, kenar dediğim de sola, ters bir yere yani ama trafik sıkışık, sağa girmem daha zor. Şansıma arkamdaki adam da anlayışlı çıktı, yol verdi falan. Neyse, bakıyorum sorun nerede diye, bulamadım. Marşa basıyorum, olmuyor falan sonra bir baktım, şeyi kapatmışım, neyi denir, elektriği kesen ana anahtarı, adı neyse artık. Nasıl becerdiysem elim çarpmış. Açtım, marşa bastım, tak çalıştı, tak bastım gittim ben de.

Yola çıktım, çevre yoluna doğru gidiyorum. Trafiğe çıkmışlığım pek yok ya, millete bulaşmayayım diye sağdan sağdan gidiyorum. Meğer yolun en kötü tarafıymış sağ tarafı, yağmur hedesi ızgaraları, bir sürü çukur falan, neyse, sağ salim çıktım çevre yoluna, başladım hızlanmaya, benle beraber rüzgar da başladı aynı şekilde. Karşımdan gelen rüzgar neyse, sağımdan solumdan da deli gibi rüzgar geliyor devamlı. Yalpalatıyor hatta bazen ama alıştım bir süre sonra. Bu arada 90’a falan çıkmışım, farkında değildim. Motoru almadan önce diyordum, “güçlü motora gerek yok, bak 120 falan yapıyormuş millet bu motorla, ben arabayla giderken bile hızlanmam o kadar, motorda 50-60 yeter bana”, meğer öyle değilmiş kazın ayağı (ne demekse). 90’la gidiyorum ama sanki çıkmışım da bisikletle geziyormuşum gibi hissediyorum. Daha da hızlanasım geldi hatta ama dur dedim, abartma şimdilik.

Öyle öyle bitirdim çevre yolunu, Pursaklar yoluna girdim. Pek zorlamadı o, Akyurt yoluna kadar devam ettim sorunsuz. Orada da bir tek şey oldu, sinyali açık unutmuşum bir ara, arabanın birisi yanımdan geçerken adam pencereden işaret etti bir şeyleri. Sağa çektim hemen, sağına soluna bakıyorum motorun, bir şey mi düştü falan diye, sinyalmiş meğer, yani herhalde.

İş yerine girdim, güvenlik görevlileri vardı, yanaştım adamlara, hani kimlik mimlik sorarlar mı acep deyü. Ben yanaşınca adam da yanaştı, kimlik mimlik dedim, burada mı çalışıyorsunuz dedi, evet dedim, devam edin dedi. iyi dedim ben de. Kimlik içeride lazım zaten de ne bileyim, bir plaka listesi olur, listede olmayan bir araç gelirse niye geldiğini sorarlar belki falan diyordum, sormuyorlarmış demek ki.

Neyse, parkettim, sabah faslı bitti öyle.

Akşam faslını da sonra yazayım. Gerçi, bu yazıyı bile olayın üstünden 10 gün sonra falan tamamladım ama olsun, öyleyim, ne yapayım.

Bu arada başlık http://endurocugibiyiz.blogspot.com/ adresinden çalıntı. Memo Tembelçizer ve Faruken Bayraktare’nin motor günlüğü. Nitekim GomerciN de Memo Tembelçizer’in bir çiziminin adı idi. Hürmetler kendisine 🙂