10-11 Ekim 2009, Eğriova Kampı, 1. Bölüm

Normalde, Cuma akşamı hazırlıklara başlayacaktım ben, hatta çiğköfte toplantısından önce bazı işleri halletmeye çalıştım da olmadı. Çiğköfteden sonra da Fatih Abi'ye uğradık, bir çayını içtik, muhabbet ettik falan derken geç oldu eve varmam.

Gece hazırlıklara başladım da öyle ufak tefek şeyleri hazırladım anca. Saat 3 falan olunca, sabah hazırlama niyetiyle yattım. Sabah da 10 falandı kalktığımda. Apar topar hazırlandım, 12 gibi çıktım evden, Metin Usta'ya uğradım. Fanı takıp takamayacağımızı sordum, uzun sürer dedi, fanı bırakıp Gezgin Motor'a geçtim.

Davut Abi kocaman bir çanta yüklemişti arkaya, meğer semaver getirirmiş, saygı duymamak elde değil Gülümseme Sinem Abla da kendi motoruyla geliyordu tabi. Aslında, o çantaya Sinem Abla da sığardı ama kendi motoruyla gelmeyi tercih etmiş Dil çıkaran

Birer çay içip çıktık yola. 1 falandı saat çıktığımızda. Önce kardeşime anahtar vermek için durduk bir, hemen devam ettik. Sonra benzin almaya durduk. Benim lastik inik diye hava basayım dedim, beceremedim, Davut Abi geldi, o da yapamadı, alet bozukmuş meğer. Bir benzinlikte daha durduk sonra, orada da diğer lastiklere hava basan alet benimkine basamadı. Hemen yanda bir lastikçi vardı, oraya gidip hava bastırdım ben de. Velhasılı, böyle ufak molalarla başladık yola.

Durmamızı gerektirecek bir şey kalmadıktan sonra Ayaş Yolu'na kaptırdık, devam ettik. Özellikle Sinem Abla çok hırçın kullanıyordu yalnız motoru, hatta bir ara bir arabayı sıkıştırıp öteki şerite itti resmen Kahkaha Sol şeritten gidiyordu, araba sağdan yanaşmaya başladı Sinem Abla'ya doğru, baktım, Sinem Abla da cevap verdi, arabanın üstüne sürmeye başladı. Araba kaçtı da bir kaza olmadı, bilmem Sinem Abla farketmiş miydi arabayı.

Bir ara Davut Abi en önde, sonra Levent Abi, arkasında Sinem Abla, en sonda da ben vardım. Sinem Abla yavaşladı, bir sorun var mı diye baktım, bir tepki vermiyor gibi olunca herhalde yol bozuk diye falan yavaşladı deyip geçtim ama aynadan da takip ediyordum. Bir virajdan sonra baktım arkadan gelen yok, durdum, bekledim biraz. Tam geriye dönerken Sinem Abla göründü, trafiğin akış yönüne döndüm, bu sefer de Levent Abi geliyordu karşıdan, bizi görünce o da döndü, Davut Abi'nin yanında indik. Meğer arı mı ne girmiş Sinem Abla'nın vizörden içeri, çıkaramayınca da durmuş. Bu arada Ayaş'a varmıştık zaten, Ayaş merkezine girdik.

Meydandaki bir lokantada yemeğimizi yedikten sonra alışverişimizi de burada yapalım dedik. Ha bak, saat 2 falandı daha, Davut Abi "iyi yeyin, akşam 8'den önce yapmam kavurmayı" falan dedi. Kim derdi ki varmamız o saati bulacaktı zaten Gülümseme Neyse, lokantadaki abi de yardımcı oldu sağolsun, bir kaç baş soğan ve soyulmuş sarımsak verdi epeyce. Hakan'ı aradım alışveriş yaparken, telefon çekmiyordu, şansımıza geri aradı az sonra, kola ve çekirdek istedi, onları da alıp yüklendik. Yüklenirken Davut Abi'deki kola şişesi pek sağlam gelmemişti bana da halletmişlerdir herhalde diyerek sesimi çıkarmadım, keşke çıkarsaymışım.

Ayaş'tan çıktıktan sonra, daha 10 dakika gitmemiştik ki Davut Abi'nin arkasındaki kola şişesi yola düşüp patladı. Tam da Sinem Abla'nın önüne düştü şişe, hatta üzerinden geçerse bir sakatlık olur mu diye korktum. Öyle bir sakatlık olmadı da üstü başı battı, temizlik için kenara çektik biz de.

Levent Abi'nin surattaki "ne çekiyorsun birader" ifadesine dikkatinizi çekerim bu arada. Nitekim sonra üzerime yürüdü, fotoğraf makinemi aldı. Basına saldırı, fotoğraf makinemizi kırdılar!!

Kırmadılar, fotoğrafımı çektiler.

Güdül'e doğru saptık, yol halen iyiydi, asfalttı en azından. Güdül'de yol tarifi alıp Uruş'a doğru devam ettik. Güdül-Uruş arası da kötü değildi halen, yolun geri kalanı da o şekilde olur diye tahmin ediyordum şahsen. Gelin görün ki Uruş'tan sonra sapıttı yol.

Uruş deyince, şirkette bir arkadaşa bahsediyordum Uruş'tan, meğer onların köyüymüş. Daha kısa süre önce de köydeki komşuları aramış "sizin ağaçlar acayip ceviz verdi, gelin toplayın, değilse çoluk çocuk bitirecek hep" falan demişler, onlar da "siz toplayın madem" demiş. Önceden konuşsaymışız taze ceviz toplayıp gidebilirdik yani kampa Gülümseme Gerçi iyi ki bir de onunla oyalanmamışız, çünkü dediğim gibi, yol bariz sapıttı oradan sonra.

Tuhaf bir yola girdik önce, yol da değil, çakıllı, kayalı falan bir yol. Bir ara Levent Abi görünmez oldu arkamda, bekledim biraz, gelen giden yok, geri döndüm, baktım bir sapak var, oradan saptı herhalde derken diğer tarafta gördüm Levent Abi'yi, pikaplı birisiyle konuşuyordu. "Yanlış yola girmişsiniz, geri dönün" falan dermiş adam. Ben, Levent Abi o adamla konuşmak için geride kaldı sanıyordum, meğer biz geçtikten sonra köpek saldırmış üzerine, yandan atlamış, Levent Abi de sola bırakmış motoru. Ekibin gerisine ulaştık beraber, onlar da konuşmuşlar adamla. "Yanlış yoldan dönenin cantı kırılsın" deyip devam ettik, az sonra nisbeten düzgün bir yola çıktık. İlk arabaya sorduk, doğru yola çıkabilmişiz meğer. Muhtemelen, o yol aşağıdan Uruş'a gidiyordu, yani daha düzgün bir yoldan gelme ihtimalimiz varmış da olsun, güzeldi. Valla, altımdaki motora güvensem özellikle gitmek isteyeceğim tarzda bir yoldu yani Gülümseme

Yol düzelmişti ama bu sefer de yolun sağına boru mu ne bir şey döşeniyordu. Onları da aştık, o köyden de çıktıktan sonra yol bozuldu yine. Çok gitmeden bir yol ayrımına gittik. Sola dönmemiz gerektiğini söylemiş köylüler de sola iki tane yol gidiyordu. Telefonlar çekmeyince nerede olduğumuza falan da bakamadık, benim aldığım harita çıktısı da yeterli gelmedi. Çaresiz oturduk biz de

Çaresizliğimiz, şu fotoğraftaki yüz ifadelerinde daha net algılanabilir

Fena yer değildi aslında, çeşme de vardı, şahsen ciddi ciddi kampı orada yapmayı düşündüm ben. Ortam müsait, çeşme var, yemeklik malzememiz var, daha ne olsun Gülümseme Saat de 6 olmak üzereydi zaten. Ne yapsak, nasıl yapsak derken bir araba denk geldi, Karaşar'ı sorduk, yolu gösterdi, hemen toparlanıp o yoldan devam ettik.

Yolda yer yer mıcır havuzları vardı, bir kaç kere kaydırdım şahsen motoru. Bir de bazı yerlerde güneş direk gözünüze giriyordu, resmen körlemesine gidiyordunuz, güneş vizörü falan fayda etmiyordu. Nitekim öyle bir yerde Sinem Abla o havuzlardan birisine saplandı.

Karaşar'a vardığımızda 7 falandı herhalde saat. Derya Abi'yi aradı Davut Abi, gelmezse daha iyi olacağını, karanlıkta o yolları çıkaramayacağını falan söyledi. Meğer daha kolay yollar da varmış Gülümseme Çayımız eksikmiş, çay ve şekeri de oradan aldık, köylülerden yolu öğrenip devam ettik. Levent Abi, daha güvenli sürebilmek için hızlanıp devam etti, biz biraz daha yavaş şekilde geriden geldik. Bir yerde, Levent Abi motorundan inmiş bizi bekliyordu. Sinem Abla durdu, motordan inecekken motoru üstüne devirdi. Komik bir an gibiydi, Davut Abi anı fotoğraflıyor, Sinem Abla da gülüyordu ama meğer ayağını sakatlamış orada, sonradan çıktı acısı. Bu arada 10 km falan kalmıştı herhalde kamp yerine ama hava kararıyordu artık. Sinem Abla'nın motorunun farında bir sorun olduğunu konuşmuştuk daha önce, yolda baktım Sinem Abla'nın önü karanlık harbiden, Davut Abi'ye çok yakın gidiyor, onun ışığından faydalanmaya çalıştığını düşünerek ben de sol arka çaprazına yaklaştım, öyle sıkışık bir sürüş oldu da yapabileceğimiz pek bir şey de yoktu. Kimse karanlığa kalacağımızı beklemiyordu zaten herhalde.

En sonunda kamp ateşleri görülmeye başladı ileride. Kamptan bir kaç kişi bizi karşılamaya geldi, tarif ettikleri yoldan indik aşağıya. Süleyman Abi de yerlerini tarif etmek için geldi yanımıza. O arada da Levent Abi'nin motora bir haller olmuş, zor çalışıyor, hemen duruyormuş falan herhalde ama neyse ki varmıştık artık en azından.

Motorlarımızı park edip hemen yerleşmeye başladık. Saat 8 olduğu için Davut Abi kavurma işine girişti, biz de çadırları kurmaya başladık. Karanlıkta paldır küldür yerleştik bulduğumuz yerlere. Üstümüze rahat bir şeyler de aldıktan sonra hazır olmak üzere olan kavurmanın yanına indik.

Derya Abi'lere biraz ayırıp kalanına yumulduk hemen. Davut Abi'nin süpersonik semaverin de çayımızı da demledik. Altımız kuru, keyfimiz yerindeydi, şimdilik Gülümseme

Bu arada, önce gelen ekiple konuştuk, niye bu kadar geciktiğimizi falan sordular. Onların ne kadar sürede geldiklerini sorduk, 2-3 saatte geldiklerini söyleyince şaşırdık. Hani, gelinmez bir yol değil, tek kişi olursun, altında güzel bir cross, enduro falan olur, sen de iyi kullanıyor olursun, gelirsin (ki o yoldan 2-3 saatte gelen oldu ertesi sabah, geleceğim efendim oraya, bekleyiniz Gülümseme ). O kalabalık grup o performansı nasıl becerdi, anlayamadık, sorduk, meğer Beypazarı üstünden gelmişler. Zaten tüm grup yaldır yaldır gelmemiş herhalde, küçük gruplara ayrılmışlar. HMK'dan Cuma günü çıkan bir ekip varmış, onlar Güdül üzerinden gelmiş, ertesi gün gelecekleri uyarmışlar "sakın bu yoldan gelmeyin" diye.

Yemekten sonra keyifler yerine geldi iyice, çaylarımızı aldık, pipolarımızı, sigaralarımızı yaktık, mis. Bu da hacı beresi, hacı göbeği, hacı eşofmanı ve hacı piposu ile ben Dil çıkaran

Saat daha 10 olmadığı halde üşüme emareleri başlamıştı. Babanne çorabını eşofmanının üstüne çeken mi ararsınız, ateşe dötünü dönen mi Gülümseme

O değil de, nasıl da çekirdek çitliyor millet. Çekirdek tazeydi baya, 10 liralık aldım ben de, 1250 gramdı herhalde. Sabaha kadar yedik, bitmedi Gülümseme

Çok geçmeden Derya Abi ve Aslı Abla da geldi, sevindik valla, beklemiyorduk gelebileceklerini Gülümseme

Hemen onlara ayırdığımız kavurmayı ısıttık, Süleyman Abi de kendilerine hitaben bir opera söyledi Dil çıkaran

Kampımızın bayan bireylerinden müteşekkil bir poz bu da.

O değil de, Aslı Abla'nın da gelir gelmez çekirdeğe başlamış olması güzel bir detay değil midir, nedir bu bizdeki çekirdek sevdası Gülümseme

Derya Abi acıkmış, hemen daldı kavurmaya. Daldı da bitiremediler, artanı ben yedim yine, safam olsun Gülümseme

Yine çekirdek, süper Gülümseme

Levent Abi'nin yaşlı kemikleri soğuğa dayanamadı tabi Dil çıkaran Hakan masaja girişti

Çok güzel hareketler bunlar Dil çıkaran

"Eğriova Yaylası mı? 10 yıldır o yaylaya giden kimse geri dönmedi evlat" pozu Gülümseme

Gece vakti gölet manzarası:

Ortadaki üçgen, turuncu ışık nedir bilmem, UFO'dan daha mantıklı bir açıklama gelmedi benim aklıma Dil çıkaran

Sonunda tripod kullanarak, içinde kendimin de olduğu bir toplu poz çekebildim. O kadar gezide, kampta kısmet olmamıştı bir türlü böyle bir poz Gülümseme

Bu pozdan sonra teker teker çadırına çekilmeye başladı herkes. Hakan'la ben kaldık en son. Hazır hava da bulutsuzken uzun pozlamalar deneyeyim dedim. Benim makine aşırı uzun pozlamaya müsait değil, bu yüzden en fazla 10 dakikalık falan çekimler yapmak en uygunu, değilse sensör aşırı ısınabiliyor. Gerçi, o havada herhangi bir şey nasıl aşırı ısınabilir bilmiyorum Gülümseme -2 derece olmuş abi hava bir ara, roeh yani Gülümseme

Belki kutup yıldızını denk getiririm diye kurmuştum tripodu da denk getirememişim. Aslında, yukarıdaki gölet fotoğrafındaki dairesel harekete biraz daha dikkatli baksaymışım denk getirebilirmişim. Nitekim biraz sağda kalmış kutup yıldızı. "Kutup yıldızı sabittir" muhabbetini de ilk defa bu kampta tam anlamıyla idrak edebildim. Meğer, yıldızlar da güneş gibi, ay gibi dairesel bir hareket izlermiş gökyüzünde. Hatta hava kararırken dağların üstünde gördüğüm bir yıldız kümesi ilerleyen saatlerde iyice tepeye çıkmıştı. Böyle uzun pozlama yaparken kutup yıldızını da kadraja alabilirseniz kutup yıldızı sabitken diğer yıldızların onun etrafında döndüğünü (yani öyleymiş gibi göründüğünü) seçebiliyorsunuz. Güzel şeyler bunlar Gülümseme

Neyse, Hakan'la otururken önce Levent Abi geldi (galiba oydu ilk gelen), sonra da Davut Abi ve Sinem Abla. Uyuyamamışlar, ateş başı daha rahat olur deyü gelmişler. Saat iki buçuk olmuş, yorgunuz ve donuyoruz, öyle böyle değil. Kimse cesaret edemiyor ateşin başından ayrılmaya.

Bir çay daha demledik, çorba da içtik, iyi geldi. Bir ara herkes uyanıktı herhalde. Hatta Derya Abi'ler arabaya geçtiler dayanamayıp. Süleyman Abi kalktığında hafif bir gaz verdik, hemen ne kadar odun varsa attı yine, tabi odunsuz kaldık sonra. Kamplarda bir şekilde durdurmak lazım Süleyman Abi'yi de nasıl olacak bilmem.

Biz otururken yabancı birisi yanaştı, ateşi görünce gelmiş. Şansına çay da vardı, hem içten hem dıştan ısındı. Konuşurken farkettik, elemanla daha önce de Tosya'daki festivale giderken karşılaşmışız. Hatta şu fotoğraftaki eleman kendisi:

Orada da bir çay içmiştik benzinlikte, burada da çay içmek nasip oldu. O zaman da NX250'si üzerine muhabbet dönmüştü baya, burada da döndü. Kısmet işte bunlar Gülümseme

Saat 4 gibi dayanamadım ben artık. Ateşin başından ayrılmak gelmiyordu hiç içimden ama yola da uykusuz çıkmak istemediğimden çadırıma çekildim. Polar battaniyeye sarılıp uyku tulumuna girdiğim halde, hatta içimde de hem yün hem de termal içlik olduğu halde üşüdüm, zar zor uyudum valla.

Ertesi günün hatıratını daha sonra yazacağım müsaadenizle, bu kadar uzun yazmayı planlamamıştım valla. Şimdiye kadarki kısımdakilerin iki katı kadar fotoğraf da var, bu yazı şişmesin yani boşuna Gülümseme