Bazen diyorum ki Gömlük…

Sanki her şey bu gece uyumamama bağlı. Sanki uyumazsam o süslü arabanın balkabağına dönüşmesine engel olabileceğim fakat gel gör ki süslü bir araba yok ortalıkta…

Demem o ki Gömlük, unutmadım, aklımdasın. Şu an sadece vakit geçirmek için yazıyorum gerçi ama olsun. Hayır, deli gibi de uykum var, dün de iki de mi ne yattım zaten, yine de inadına uyumuyorum. Yatağa gitmeye üşeniyorum aslında biraz. Şu oturduğum sandalye yatağa dönüşebiliyor olsaydı ne güzel olurdu aslında. Şu keyif koltuklarından almalı bir ara, evet…

Her şeyi sallar oldum be gömlük. “Sallar” derken, böyle, “öteler”, “umursamaz” tadında bir manada kullandım, yoksa tesbih sallar gibi değil. Bu arada ufağından gümüş bir tesbih aldım bak. Gerçi, bir kişi hariç kimseyi inandıramadım gümüş olduğuna ama olsun. Bir gümüşçü denk gelirse bir de ona sorarım artık. Ne diyordum? Ha, evet, sallamıyorum. Sallamıyorum çünki ne demişler: “Ne kadar sallarsan salla, dona düşer son damla”. E madem dona damlatacağız diyor insan, hiç kasmayalım sallayacağız diye. Gerçi bu sefer de ziyan edebiliyorsun donu ama olsun. Bu örneği değiştiriyorum ayrıca. Değiştirmiyorum, konuyu kapatıyorum direk. Bak, bunu da salladım.

Temizlik yapmaya niyetlendim bugün. Salonu süpürdüm, o kadar. Yine bir ton bulaşık var, yine odalar darmadağın. Allah’tan annem geliyor haftaya falan. O biraz düzene sokar ortalığı. O gittikten sonra da misafir kotası koyarım bir, ayrıca uyulması gereken kurallar falan. Mesela çekirdeklerin kabuklarının yere atılmasını yasaklayacağım. Bir ton bulaşık var daha yıkanacak. Kediler kumlarını dağıtmış balkona, onu temizleyeceğim. Dediğim gibi, odaları toplamam lazım. O gazla bir de banyoyu temizlersem tamamdır. Aslında, camları da silmek lazım da o kadar da değil, yani, yok artık…

Epeydir kitap da okumuyorum be gömlük. En son Recai Güllapdan’ın makalelerini götürmüştüm memlekete, onları okudum. Bir de “Bir Çalgıcının Seyahati” diye bir kitap almıştım, Osmanlıca, onu okuyordum da baydı o da. Konusu bayık, dili de hafif, bir esprisi yok yani. Ondan önce Osmanlıca olarak Rubab-ı Şikeste’yi okuyordum mesela, o da yer yer bayıyordu ama dili ağırdı nispeten, okumak ayrı bir uğraş istiyordu, anlamak ayrı bir uğraş. İki kitap daha sipariş ettim, birisi 1927 basım Nutuk. Ona başladım bugün, bir sayfa okudum, kapattım. Hem zorladı, hem de servisteydim zaten, yolda okumak zor, Osmanlıca okumak ayrı bir zor. Bir ara başlamıştım Nutuk’a, lakin, bakmıştım “Genel Savaş” falan diyor, sadeleştirilmiş metinmiş yani. Len, demiştim, Nutuk böyle okunmaz, orjinalinden okumak lazım. Şimdi buyur işte, en orijinali 🙂

Bir de Paul Favel’in Şeytanın Oğlu diye bir romanı. O da Osmanlıca… Güzel bir şeye benziyor bakalım. Şu sıralar onu okuyasım var. Aslında, Yüksek Topuklar’ı da bitirmemiştim daha ama olsun, bir ara devam ederim artık ona da…

İyice geldi uykum ve iyice inat ediyorum halen.

Bu arada Gömlük, gaza geldim, asp.net olayına giriyorum. Pratik olarak da siteyi asp.net’e aktarmayı planlıyorum. Şu anki haliyle çok sorun olmaz herhalde ama eklemeyi düşündüğüm bazı şeyler var, yeni şeyler, belki onlarda sorunlar çıkar. Kim bilir?

Neyse Gömlük, yatayım ben, saat 12’yi de geçmiş zaten. Baktım, balkabağına dönüşen bir şey yok ortalıkta, yani kurtardım bu geceyi de, veya kaybettim, bilmiyorum. Aslında, balkabağı olsaydı da sütlü kabak tatlısı tarifi vardı bir, onu deneseydim, canım çekti. Vaktinde almıştım bir arkadaştan, o da annesinden aktarmıştı herhalde. İşte, eski chat günlüklerini kaybetmeseydim iyiydi. Gerçi, böylesi iyi belki de. Çünki ne demişler: “Geçmişe mazi, hitler’e nazi derler”