Çeyrek Türkiye Turu (tek başıma, 8 gün, 3200 km) – 2. Bölüm

Mersin'de 1-2 gün kalıp yola devam edecektim ama henüz ne tarafa gideceğime karar vermemiştim tam olarak.

Daha önce Ermenek üzerinden döndüğüm, Mut üzerinden de motorla olmasa bile defalarca geçtiğim için Anamur üzerinden Antalya'ya doğru devam etmek en mantıklısı gibi göründü.

Mersin'deki ilk günümde zincir ayarı yaptırmam gerekiyordu. Ayrıca depo üstü çantam yine yırtılmıştı, onu da tamir ettirecektim. İşlerimi halletmek için hazırlanıp Silifke'ye indim. Çantayı tamir ettirmek için bir ayakkabı tamircisi buldum, bir bayan vardı içeride, çantayı tamir ettirmek istediğimi söyledim, ustanın olmadığını söyledi. Ne zaman geleceğini sordum, belli olmaz dedi. Vaktim az, çantayı hemen yaptırmam lazım, başka tamirci olup olmadığını sordum, "ustayı çağırayım madem ben" dedi. Ohooo dedim, ne biçim iştir, baştan çağırsana işte. Neyse, usta geldi, yırtığı gösterdim, bir de diğer dikişleri de sağlamlaştırıp sağlamlaştıramayacağımızı sordum, olmaz dedi, "bunun uçları yakıyoruz, öyle dikiyoruz" falan dedi. Dikişlerin arkasına deri parçası falan yapıştırsak işimi görür diye izah etmeye çalıştıysam da iş yapası yoktu herhalde, olmaz diye diretti, eyvallah dedim ben de (nitekim sağlamlaştırmaya çalıştığım dikişler de attı daha sonra Gülümseme ).

Çantayı tamir ettirdikten sonra bir tamirci aramaya başladım. Şansıma yol üstünde Yamaha servisliğini almış ufak bir yer denk geldi. Genç birisiydi usta, dükkanı da açalı çok olmamış. Ben gelince birisi hemen gidip baklava aldı geldi (ben geldim diye mi aldı, zaten alacaklardı da bana mı denk geldi bilmem Gülümseme )

Zincir ayarını yapıp patlak arka lambamı tamir ettirdikten sonra ufaktan da bir bakım yaptı. En kötüsü, yağ eksiltmişti motor. Daha çıkmadan önce yağını değiştirdiğimiz halde yağ en alt seviyedeydi. Yağ ekledi usta ama ekledi yağa baktım, 20-50. Ben 10-40 kullanıyordum normalde. Sorun olup olmayacağını sordum, olmayacağını, sıcak havada 20-50'nin daha iyi olacağını, 10-40'ın iyice cıvıyıp işlevini yitireceğini söyledi. Eyvallah dedim ben de ama içim rahat etmedi ama usta daha iyi bilir diye bir şey de demedim. Motorun işi bittikten sonra da oturduk biraz, muhabbet ettik. Bir ara kola alsak mı diye bir laf dönmüştü de ben kalmayayım daha fazla diye kalkacak oldum, borcumu sordum 15 TL dedi, çok az geldi bana. 20 verip üstünü almamaya çalıştım da olmadı, "kola alalım bari üstüne" dedim, en küçüğümüzü gönderdik, buz gibi bir kola aldı geldi. Biz kolayı içerken ikindi ezanı okunmak üzereydi, yakındaki camiye toplanmaya başlamıştı insanlar. Ustanın tanıdığı birisi de geçiyordu, ona seslendiler, kola içsin diye, adam bir başladı "bu kolayı bir böcekten yapıyorlar, özünde meyan kökü var, meyan köküne de fareler geliyor, makineye o fareler de giriyor, yani içine fare kanı da karışıyor, ayrıca kolaya diş koysan iki günde eritir, ayrıca kola alarak İsrail'e yardım ediyorsunuz" falan bir kombo yaptı abi, "fatality" yedim resmen Gülümseme Ama buz gibiydi kola, abi gittikten sonra da içmeye devam ettik Gülümseme

Akşam annem, kardeşim, kuzen ve kuzenin oğlu ile beraber ufak bir yürüyüş yaptık. Aslında tek başıma çıkıp fotoğraf çekecektim de onlar da bahane ile gezmek istediler.

Soldaki çizgi nedir bilmiyoruz. 1.5 dakikalık falan bir çekimdi, son anda kadraja girdi. Yıldız kaydı falan dediler ama bariz renkli bir şeydi, bana öyle geldi yani en azından. Nitekim fotoğrafta da hafif yeşil tonlarında görünüyor. Bu arada, yalnızca 90 küsür saniyelik bir çekimde bile yıldızlar çizgi halinde çıkmaya başlıyormuş. Kısmet olursa tamamen karanlık bir yerde 10-15 dakikalık bir gökyüzü çekimi deneyeyim diyorum, ilginç olabilir.

Neyse, daha önce dediğim gibi yağ olayı pek sinmemişti içime. Eve dönünce internetten Ankara'daki arkadaşlara sordum, mutlaka tamamen boşaltıp değiştirmem gerektiğini söylediklerinde panik oldum hafiften. Evde yağı boşaltabileceğim bir kap ayarladım ertesi gün. Ha dur bak, ondan önce daha önce yapmadığım bir şey yaptım bak, ondan bahsedeyim: motoru temizledim Gülümseme Normalde kross gibi, çamurlu çamurlu binerim motora, ayda yılda bir oto yıkamaya falan götürürsem iyidir. Onda da en son götürdüğüm yerde adam, motor soğumadan tutmuştu buz gibi suyu, buji çatlamış, kurum yapmış, kurumun yaptığı pislik silindiri tıkamış falan sonunda egsoz yanmıştı Gülümseme Neyse, aldım yağ çözücüyü, kovayı, bezleri falan, bizzat temizledim motoru. Hey yavrum hey Gülümseme O değil de annemden yağ çözücü için sprey istemiştim, hani camsil spreyi falan vardır belki fazla diye. Annemin hipo püskürtmek için kullandığı bir spreyi varmış, onu yıkayıp getirdi, bunu kullan diyerek. Ama tetiği tutukluk yapıyormuş, tutukluk yaparsa şöyle yap, sonra bas dedi, bastı, üzerime fışkırttı hipolu suyu. Tek temiz şortum da lekelenmiş oldu böylelikle. Neyse, temizledim işte dene diyordum ben. Ha, hazırladım yağ koyacak kapları, yağ almak için çıktım evden. Motora binmeden önce yağ tıpasına falan bir bakayım dedim, baktım, bulamadım. Ustayı arayayım bari dedim, aradım, durumdan bahsettim, sorun olmayacağını, üzerine 20-50 ekleyerek devam edebileceğimi söyledi. Öyle olunca da tıpayı falan sormadım artık. Tıpa yandaymış bu arada, ben altta arıyordum. Neyse, yağımı aldım yine de yolda eklemek için, eve dönüp hazırlanmaya başladım. Annem uzun süre bırakmak istemedi, hatta "ne güzel oturuyorduk" falan dedi de "oturuyoruz zaten, başka bir şey yapmıyoruz ki" dedim, yani, ne demiş şantör "oturmaya mı geldik" Gülümseme

Akşam 5 gibi çıktım sonunda evden. Eşyaları daha bilinçli yükledim bu sefer, mesela kolay erişebileceğim bir yere sweatshirt yerleştirdim, çantayı daha nizami sardım falan, iyi oldu. Evin biraz altındaki Susanoğlu sahilini de kadraja alarak bir poz çektikten sonra Anamur'a doğru koyuldum yola.

(27 ağustos'ta yapmışım son değişikliği bu yazıda, şimdi 15 Eylül, neredeyse 3 hafta ara vermişim yani, devam ediyorum şimdi Gülümseme )

Taşucu'nu hızlıca geçtim. Taşucu'dan sonra yol genişletme çalışmaları vardı, daha doğrusu yeni yollar yapılıyor, bazı yerlerde eski yol tamamen iptal edilmiş durumda. Galiba Alanya'ya kadar devam edecekmiş, bu sayede Anamur yolu, en çok korkulan yollardan birisi olmaktan çıkacaktır hehralde Gülümseme Bilenler bilir, bilmeyenler de az sonra fotoğraflarda görecektir, Taşucu-Alanya yolu hakikaten insanı korkutan bir yol. Daracık acayip kıvrımlı yollar, bir taraf dibi deniz olan uçurum, diğer taraf ağaçlar veya kayalar. Yol kenarında bariyer falan yok çoğu yerde ve ufak araçlardan çok otobüs ve kamyon oluyor yollarda. Ayrıca en az kaza yapılan yollardan birisiymiş Gülümseme Herkes döt korkusuyla ağır ve dikkatli gittiğinden herhalde (nitekim Konya-Ankara yolu da en fazla kaza yapılan yollardanmış, tuhaf şeyler işte bunlar)

Taşucu'dan çok uzaklaşmadan bir kamp yeri denk geldi, denizin ve çam ağaçlarının dibinde, tam kamplık bir yerdi ama yola yeni çıkmıştım daha.

"Daha çıkar çıkmaz kamp yeri denk geldiğine göre ileride de vardır herhalde" diye sevindim, deniz kıyısında kamp kurabilecektim sonunda.

Yollar dar olduğu için fotoğraf çekemedim pek. Makineyi kılıfından biraz sıyırarak, motordan inmeden fotoğraf çekeceğimi de geç farkettim, değilse çok hoş fotoğraflar sunabilirdim Anamur yolundan. Bir ara bir boşluk yakaladım da parkettim hemen bir kaç fotoğraf çekmek için

Yolun park edilebilecek yeri böyle bir yer işte, siz hayal edin gerisini Gülümseme bir iki saat böyle gittikten sonra yol çalışmaları sıklaşmaya başladı. Servis yolu falan açılmadan harala gürele dalmışlar yollara, mecburen yine enduro tadı yaşattım motoruma Gülümseme Valla, düşündükçe bir enduro almak zorunda kalacakmışım gibi geliyor. Hani, regal raptor'u sokuyordum, tamam da altımda büyük bir cruiser olsa böyle yollara girerken epeyce tereddüt ederdim kesin. Gel gör ki halen rahat gelmiyor enduro bana Gülümseme Hani oturuş şekli şöyle ya, dizler hafif bükük, vücut hafif öne doğru yay şeklinde, şimdi şununla kıyaslayın: eskiden uygulanan işkence yöntemlerindenmiş, bir çukur kazarlarmış, derinliği boyunuzdan biraz daha az, genişliği de ancak sığacağınız kadar, oraya kapatırlarmış işkence edilecek şahsı, adam ancak "dizleri hafif bükük, vücudu da öne doğru kıvrık şekilde" durabilirmiş, nihayetinde o rahatsızlıktan delirirmiş. Tamam mı, bilmem anlatabildim mi Gülümseme Dur bakalım, askere bir gidip geleyim, o zaman bakacağım duruma göre.

Ne diyordum, ha yol yapımının devam ettiği yerlerden birinde bir boşluk yakaladım, yine fotoğraf çekmek için yanaştım.

Park ettiğim yerin biraz ilerisi uçurum idi aslında, 30-40 metre kadar dimdik bir kayalıktı. Yükeseklik korkum olmasa yanaşırdım, olmadı, siz şundan kestirmeye çalışın:

Bozyazı'ya yaklaşırken yollar biraz daha rahatladı, en son birbirini takip eden bir kaç S'yi takip ederek deniz hizasına inebildim. Bir kaç poz çekip biraz su içtikten sonra devam ettim.

Bozyazı'da özlediğim bir görüntü karşıladı beni, "duman arabası" Gülümseme

Küçükken peşinden az koşturmadık bu arabaların, bazen de yere yatardık dumandan zehirlenmemek için Gülümseme Bu sefer de motorla geçtim dumanın içinden, güzeldi.
Anamur'a vardığımda saat 8 olmuştu bile. Açtım, üşümüştüm, yolum uzundu, benzinim azalmıştı. Halen yorgun olmadığım için bir şeyler yeyip Alanya'ya doğru devam edeyim dedim, bir benzinliğe yanaştım. Benzin alıp yolluk içecek stoğumu yeniledikten sonra benzinliğin yanındaki yörük çadırı tadındaki yerde tadı pek bir şeye benzemeyen gözlemelerden yedim.

Hava iyice karardığı için biraz tereddütteydim aslında, yol aynı derecede kötüyse karanlıkta gitmek tehlikeli olabileceği için Anamur'da kalmayı da düşünmeye başlamıştım. Sordum yolun nasıl olduğunu, daha iyi olduğunu söylediler, eyvallah deyip yola çıktım.

Yol boyunca muz satanlar vardı bu arada ama duramadım hiç birinde. Arabayla gidiyor olsam alır atardım arka koltuğa da motorda eşya taşıması pek kolay olmayabiliyor deyü geçtim gittim.

Anamur'dan sonraki yollar nisbeten iyi gibiydi ama zifiri karanlık, ışıklandırma çoğu yerde hiç yoktu. Anca aralarda meyve satanların ışıkları oluyordu.

Yolları daha iyi yapan bir diğer öğe de yol kenarında bariyerler ve ağaçların olmasıydı. Silifke-Anamur arasında uçuruma düşerseniz denize kadar düşersiniz, kurtarmanız zor ama Anamur'dan sonra ağaçlara takılma ihtimaliniz var. Tabi karnınıza saplanacak bir ağaç dalının ucunda saatlerce çırpınarak da can verebilirsiniz, kısmet bu işler Dil çıkaran

Bu arada, yolların karanlık olması da avantaj oldu aslında, gelen arabaları uzaktan farketmeniz mümkün oluyor. Şansınıza ışıksız-reflektörsüz bir traktör falan çıkarsa o kötü tabi. Bir de şey oldu bak bir ara, gidiyorum, yol 100 metre kadar düz görünüyor, karşıdan da farları görüyorum, bana doğru geliyorlar. Öyle ki, sanki yol o araca kadar düz devam ediyormuş gibi. Bir ara uzunları bir yaktım, meğer o araçla benim aramda geniş bir uçurum varmış, yol sola doğru kıvrılıp sonra o adamın geldiği yola bağlanıyormuş. Demem o ki, uzunlarınızı yakın, dikkat edin Gülümseme

Tüm yolculuğumun en keyifli kısımları buydu yine de, ardı ardına kıvrımlar, hafif bir serinlik, motor üstünde yıldızları seyredebilmek falan harbiden güzel anlardı. Ta ki bir tangırtı ile kendime gelene kadar Gülümseme Mutlu mesut giderken bir tangırtı duydum, yavaşladım hemen, sağa çektim. Düşme ihtimali olan şeylere baktım, her şey sağlam gibiydi, bir şeyin üstünde geçtim herhalde dedim, yola devam ediyordum ama içim de rahat etmedi, U çekip sesi duyduğum yere döndüm. Baktım, bir pet şişe var, buydu herhalde dedim, devam edecekken bir baktım, tanıdık bir parça duruyor ileride, benim akü kapağı Gülümseme Benden önceki sahibi de böyle yolda düşürüp kırmıştı kapakları, yenisini sipariş etmiştim ama gelenler de benim motorun değil, önceki serinin yan kapaklarıymış, ondan tam oturmuyordu. Kapağı aldım, çantama sıkıştırıp yola devam ettim.

Ha bak, unutmadan hatırlatayım, Anamur'dan sonra uzuuun bir süre benzin istasyonu yok, herhalde 80-90 km falan, yani Anamur'da benzin almayı unutmayın, veya diğer taraftan gelirken Güney mi ne öyle bir köy vardı, oradan, hatta Muzkent'ten Gülümseme

12 gibi Alanya'ya vardım, daha doğru Alanya öncesindeki kasabalardan birisiydi herhalde de hatırlamıyorum şimdi

Canım çadırda yapmak istiyordu (yazıyı gönderdikten sonra farkettim bunu, "yapmak" değil "yatmak" olacaktı buradaki fiil Gülümseme ), kamp alanı aramaya başladım bu yüzden. Bir tane denk geldi, sağa sapan bir yol vardı, tabela orayı gösteriyordu. Sevinçle o yola girdim ama baktım resmen ikinci sınıf bir korku filmi sahnesi gibi bir yol, ışıksız, ağaç silüetleri, uzakta bir klube falan, yemedi, geri döndüm anayola. Biraz daha ileride bir kamp yeri daha vardı, girdim oraya, fiyatı falan sordum, elektrik var mı falan konuştum biraz, iyiymiş deyü yerleşmeye hazırlanırken "bekarları almıyoruz" dediler, yıkıldım tabi, ne güzel milletin karısına kızına sulanacaktım, ailelerin huzurunu kaçıracaktım da bu fırsatı elimden aldılar. Pesemengler (daha hallice küfürleri içimden ediyorum, isteyene özelden atarım Dil çıkaran ). Başka kamp yeri olup olmadığını sordum, gelirken gördüğüm yeri söylediler ama oraya da geri dönmedim. Otelde kalayım bari diyerek Alanya'ya doğru devam ettim.

Alanya'nın gece yarısı ayrı bir cazibe kazanan doğal güzellikleri bütün yorgunluğumu aldı götürdü Gülümseme ("karı kaynıyordu lan" deyip de seviyeyi düşürmek istemedim Dil çıkaran ). Otel aramaya başladım. Sahile yakın olanlar doluydu hep, hatta birisini komple kapatmışlardı site gibi, oha dedim. Biraz dolandım, bulamadım şöyle boş ve eli yüzü düzgün, azami 3 yıldızlı bir otel. Yorgun olmasam Antalya'ya devam ederdim de ne mümkün, halim kalmamıştı artık. Şansımı sahilde değil de daha içerilerde denemeye karar verip dolaşmaya başladım ara sokaklarda. Ihlara Otel diye bir yere kapağı attım en sonunda. Çok kibar bir beyefendi yaptı kaydımı (kimliğimi aldıktan sonra "Parayı ver!" diye hitap eden birisi idi, çok mu samimiydi, çok mu cinsti emin olamadım, cinsti galiba). Oda da pek bir şeye benzemiyordu, teletubbies yayını da yoktu üstelik, paşa paşa yattım ben de.

Sabah duşumu alıp çıktım. Çantayı yerleştirmeden önce yan kapağı bantla yapıştırdım, değilse akü kutup başları mı ne bir yeri bacağımı yakıyordu. Motor ufak bir marketin önündeydi bu arada, oradaki adama sordum önce kolibandını, adam tersledi resmen "kırtasiyeye git" falan diye, nerede diye sordum, aşağıdaymış biraz. "Hay ben sizin gibi" deyü saydım içimden. Alanya'ya gireli bir tane düzgün, kibar adam denk gelmemişti nedense. Neyse, Çantayı yüklerken bir ara kaydı çanta, düştü, sol arka sinyalimi kırıp arkadaki arabaya çarptı. Arabaya bir şey olmadı da benim sinyal kötü oldu. Tam lehimlerden kırılmış anladığım kadarıyla kabloları, tamir edemedim öyle olunca, yerine oturttum sadece. Eşyaları yükledim, bir kez daha yola koyuldum.

Sahil tarafına indiğimde yukarıdaki kale dikkatimi çekti, gelmişken oraya bir uğrayayım dedim.

Kaleden sonra İnsuyu falan da vardı da turist değil gezgin modunda olduğum için Antalya yoluna saptım. Bu arada, yolda bir kaç kere geldi aklıma, neden turist gibi değildim? Bir sebebi motora yüklenmiş çantalardı aslında, başından ayrılsam birileri hemen çalacak gibiydi de ne bileyim, otele yerleşip gezsem falan mesela güzel olmaz mıydı? Olurdu belki ama motora binmek daha cazip geliyordu, sadece binmek, gidebildiğim kadar gitmek. En son şeye kanaat getirdim, çok gerçekçi bir oyun, bir motor simülatörü gibiydi, ben de bu oyuna kendimi kaptırmış, saatlerce oynuyordum. Başka bir açıklama gelmedi aklıma.

Neyse, yolda motosiklet tamircisi arıyordum bir yandan, sanayi sitesi falan denk gelir nasıl olsa diyordum da o da denk gelmedi veya gözden kaçırdım. Zaten nakit de kalmamıştı yanımda. Bir ara bir kaç bankamatik gördüm yanyana, yakında Yapı Kredi bankamatiği de vardır nasıl olsa diye yanaştım, bankanın kendisi varmış direk, para çekip devam ettim.

Turist gibi değilim demiştim de Manavgat'a gelince şelaleye gitmeden edemedim.

Tam öğle vakti olduğu için pek güzel fotoğraf çekemedim. Zaten çok kalabalıktı, o da bunalttı beni, pek durmadım, fotoğrafları çektikten sonra su alıp yola geri döndüm. Bu arada Manavgat hayalimdeki gibi bir yer değilmiş, daha önce fotoğrafını bile görmemiştim galiba hiç, gördüusem de hatırlamıyordum. Ne bileyim, daha büyük bir şey bekler idim, daha yüksekten akan bir şey falan. Neyse

Ve, sonunda vardım Antalya'ya

Öğle vaktiydi vardığımda, normalde olsa pek oyalanmaz, belki bir yemek yeyip devam ederdim sahil yolundan ama Nurcan'lar o taraftaymış, takılırız dediler deyü o gün kalayım bari dedim. Demez olaymışım, daha otele giderken gördüklerim beni benden aldı götürdü. Detaylara girmeyeyim de feciydi. Oy oy, mübarek günde aklıma geldi bak yine Gülümseme Neyse. Akşam buluştuk Nurcan, kızkardeşi ve kızkardeşinin nişanlısı ile. Hani fotoğraflarını çekmiştim ya geçenlerde, anlatmıştım bir ara, işte onlar idi, yemek ısmarlayacaklarmış bana, kabul ettim tabi seve seve. Yemeğimizi yedikten sonra bir yere gittik de neresiydi hatırlamıyorum, deniz manzaralı yüksekçe bir yer, kafeler falan vardı bir sürü, geçtik bir yere. Muhabbet, nargile falan derken gece yarısı oldu, ayrıldık.

Ertesi gün kahvaltımı yaptım, hazırlanıp, eşyalarımı yükledim motora. Mirty'i aradım bir, Antalya tarafına gideceğini söylemişti, oralardaysa buluşuruz diye, açmadı (pesemeng Dil çıkaran ). Çıkınca ara yollara girdim, alakasız bir sapaktan saptım, sonra bir baktım bir motosiklet tamircisinin önündeyim. Sinyali tamir ettirmek için durdum. Adam önce parça olmadığını söyledi. "Parçaya gerek yok, kabloyu tuttursanız yeter" falan dedim, hatta herhangi bir sinyal takabileceğini de ekledim, söylene söylene kalktı adam, uğraşmaya başladı motorla küfrede küfrede. Gerçi, bana hitaben konuşurken iyiydi de sinyale karşı hiç hoş şeyler söylemedi Gülümseme. Nihayetinde yaptı adam sinyali, ben de yeniden yollara koyuldum.

Normalde planım sahil yollarından devam etmekti ama Antalya harbiden bozmuştu psikolojimi. Abi, şimdi, "hatun" görmediğim şey değil de sarışını, kızılı, esmeri, Asyalısı, Rusu falan hepsi birden, yüzlercesi birden insanın üstüne üstüne gelince bir tuhaf oluyormuş Gülümseme Sahiller böyleyken sahil yollarını takip edemezdim, ben de kendimi kuzeye, dağlara doğru vurdum. Bir de motorumun muayenesi o gün doluyordu. Yani ertesi gün çevirmeye falan yakalansam patlardı. Bu yüzden artık Ankara'ya dönsem mi demeye başlamıştım.

Neyse, bu bölüm de bu kadar. Az kaldı, bir bölüm daha yazarım herhalde ve nihayete erer bu gezi yazısı da.

Bu bölümü bitirirken Slav ırkı hatunlarına seslenmek istiyorum: "Sütyen diye bir şey var lan!"