Çeyrek Türkiye Turu (tek başıma, 8 gün, 3200 km) – 3. Bölüm

Daha önceki bölümlerde de anlattığım gibi, sahil yolunu takip etmekten vazgeçmiştim, onun yerine kuzeye doğru sürdüm motoru, rasgele yollara vurdum kendimi.

Düden şelalesi tabelası denk geldi, oraya bir gideyim bari dedim. Gittim fakat gidince giresim gelmedi. Şöyle bir baktım dışarıdan, tabelanın fotoğrafını çektim, yola devam ettim.

Düden'den sonra dağ yollarında buldum kendimi, o aralar tuhaf bir duygu yaşamaya başladım. Boğazımda bir şey düğümlendi resmen, ağlayacaktım neredeyse. Bu duyguyu en son taa lisedeyken yaşamıştım, memlekete gitmiştim bir tatilde, okula geri dönecektim. Otobüse binmeden önce babam harçlık verirdi her zaman, ben de vereceği harçlığı bekliyordum. Geldi, yüzü döküktü, biraz bozukluk çıkardı cebinden "yolda tuvalette falan verirsin" dedi. Kendime gelememiştim uzun süre, babamın cebinden o kadar para çıkmıştı demek ki anca deyü. Öyle bir histi, neden bilmem. O kadar hatunu geride bırakıp kendimi dağlara vurduğumdan olabilir Gülümseme

Bir kaç köyden geçtikten sonra Antalya-Burdur yoluna ulaştım.

Yol uzun bir süre dümdüz devam ettiyse de dağlar başlayınca nisbeten eğlenceli hale geldi. Yolda da bir yerde durup biraz fotoğraf çektim

Saat 3 olmuştu, acıkmaya başlamıştım ben de. Yol üstü güzel bir yer denk gelir belki diyerek devam ettim. Bir süre sonra ilgi çekici bir tabela denk geldi "Acıktınız mı, bilmemne lokantasına az kaldı" falan gibi ilgi çekici bir tabelaydı. Oraya gitmeye niyetlendim, biraz sonra da vardım. Motoru parkettiğimde ufak bir kız karşıladı beni, 8-9 yaşında falandı muhtemelen ve hayatımda gördüğüm en tatlı, en doğal gülümsemeye sahipti. Geziyle ilgili en çok pişman olduğum şey o kızın bir kaç portresini çekmemiş olmamdır. Hakikaten, o gülümsemeyi şimdi hatırlayınca bile bir mutluluk hissediyorum.

Tandır söyledim yemek olarak, yanın da çoban salata ve kola.

Yemeğimi yeyip çayımı içtikten sonra hesabı aldım, bozuklukları bıraktım masada. Ben motora binmeye hazırlanırken o küçük kız geldi koşarak "bunları unuttunuz" falan diyerek. "Kalsın" dedim, yine gülümsedi, zıplayarak döndü büyüklerinin yanına. Ah be, niye çekmedim ki fotoğrafını…

Ha bak, unutmadan, Mert aradı ben oradayken, konuştuk biraz İzmir'de olduğunu söyledi, yani Antalya'dayken telefonu açsa da bir şey farketmeyecekmiş Gülümseme

Tam çıkacakken orta yaşlı bir adam geldi, herhalde orayı işleten ailenin reisi falandı. Konuştuk biraz, Sagalassos diye bir yerden bahsetti, oraya çok yakınmış, ikinci bir Efes olabilirmiş, kazılar devam ediyormuş, çok güzelmiş, gelmişken görsem iyi olurmuş. Teşekkür ettim, bir uğrayayım bari dedim ve çıktım yola. Daha 5 kilometre gitmemiştim ki bir baktım muayene istasyonu var. Allaaaaa, hemen girdim. Muayene nasıl yapılır, hangi belgeler gereklidir falan bilmediğimden orada yazanları okumaya başladım. Vergi borcu mu ne bir şeyle ilgili bir belge diyordu, o yoktu bende, görevliye sordum, sistemden görebileceklerini söylediler. Hemen başlattım işlemleri, sağolsunlar, oradaki herkes de seferber oldu resmen, yardımcı oldular. Ben de çok şanslıydım valla, patlayan arka farı Silifke'de, kırılan sinyali Antalya'da tamir ettirmiş, Antalya'dan çıkarken de epeyce bir nakit çekmiştim. Birini bile yapmamış olsam muayeneden geçemeyecektim belki ve motorun muayenesi o akşam dolacaktı.

Hızlıca hallettiler işimi, belgemi aldım, çıktım yola Sagalassos'a doğru. Sagalassos'a yaklaşırken bir tabela vardı, "ziyaret saati 18:00'a kadardır" falan gibi bir şey diyordu, saat de 17:15 falandı. Hızlıca devam ettim, 6'ya doğru vardım Sagalassos'a.

Motoru parkettim, bir bayan denk geldi, muhabbet ettik biraz, motora imrendi, fotoğraf makinemi gördü, ona da imrendi, işime falan da imrendi, sağolsun kabarttı koltukaltlarımı Gülümseme İçeride hakikaten kazılar devam ediyormuş, daha çok az bir kısmını günyüzüne çıkarmışlar ama şimdiden çok büyük bir yer olacağı belliymiş

Hızlıca bir kaç fotoğraf çektim ama fazla gezemedim, kapatıyorlardı çünkü. Toparlandım ben de. Tam çıkacakken oradaki çalışmalara iştirak eden İtalyanlar vardı, onlar süzüyordu motoru, geldiler az sonra "Harley Davidson?" deyü sordular, Çin malı olduğunu duyunca gülerek ayrıldılar. Köy yollarından aşağıya indim.

Bu arada, daha sonra GoogleEarth'ten baktım o mekana, meğer bir tepenin arkasında kocaman bir amfi-tiyatro varmış, görememişim. Benim gördüğüm kısımlar bile devasaydı, o tepelerin arkası da böyle devam ediyorsa harbiden büyük bir kent imiş demek ki.

Köyden sonra ya Burdur'a doğru devam edecektim, ya da Isparta'ya doğru. Isparta'ya devam edeyim dedim, çünkü Burdur'a gideyim dersem 20-25 kilometre kadar geldiğim yoldan geri dönecektim, geçtiğim yoldan bir daha geçmeyi de istemiyordum doğrusu. Son anda bir baktım, Burdur'a doğru giden bir de köy yolu var, hemen oraya saptım, köy yollarından Burdur'a doğru devam ettim.

Saat 7 gibi Burdur'daydım, gün batmak üzereydi, ben de Burdur Gölü'ne yaklaşmıştım. Bu ışık kaçmaz deyip hemen göl kenarına çektim motoru. Arabayla gelen bir grup vardı, avcılardı herhalde çünkü bir kaç tane de köpekleri vardı yanlarında. Köpekler saldırır mı deyü tereddüt ettiysem de bir şey yapmadılar, nitekim sahipleri ne dese dinliyordu hayvanlar, ilk defa bu kadar itaatkar köpek görmüştüm valla. Neyse, bir kaç poz da orada çektim işte

Burdur'dan sonrasını pek planlamamıştım (sanki Burdur'a gitmeyi planlamıştım da Gülümseme ). Haritadan baktım, Denizli yakın gibi, orayı hedef olarak koydum kendime. Güneş batmak üzereyken güzel bir yol kenarı bulup bir kaç fotoğraf da orada çektim

Burdur-Denizli anayolu çok tuhaf, köylerin içinden falan geçiyordu. Hani, içinden derken, resmen tek arabalık falandı bazı yollar. Valla, tabelaları takip ettim, yani öyle anayoldan sapmadım, yani sapmadım sanıyorum ama bilemem, içgüdülerim saptırmıştır belki Gülümseme O yolda, telefonu kılıfından çıkarmadan fotoğraf ve video çekme antrenmanı yaptım biraz

Videoları yükleyeceğim yakında, yükleyince onların da adreslerini gönderirim. Ayrıca panoramaların üç boyutlu halleri de var, onları da daha sonra yükleyeceğim.

Neyse, benzin alıp üstüme kalın bir şeyler giydikten sonra Denizli'ye doğru devam ettim. 21:30 gibi Denizli'deydim. Giriş görüntüsü süperdi valla, ışıl ışıl idi Denizli

Denizli'ye inerken yol kenarında baya güzel tesisler, restoranlar falan vardı da durmadım, kalacak bir yer bulayım da nasıl olsa oralarda yerim dedim, şehre indim. Yine kamp alanı aramaya başladım, telefondan internete girip baktım, ege camping mi ne varmış Pamukkale'nin orada, oraya gideyim bari dedim, Pamukkale'ye yöneldim. Gel gör ki Pamukkale tabelası koymamışlar doğru dürüst. Bir kaç tane gördüm, onlar da çok küçük, dikkat çekmeyen tabelalardı, bir süre sonra kalmadı tabela falan. Ben de kaçırmışım sapağı, İzmir'e doğru kaptırmış gidiyordum. Haritadan baktım, köy yollarından nasıl gidebileceğimi tasarladım, gözüme kestirdiğim bir köy yoluna saptım.

Köy yollarında da bir kaç video çektim, hoş oldu gibi, gelecek onlar da Gülümseme

Yollarda köpek denk gelmemişti pek, bir kere bir köpek denk geldi, beni görünce kuyruğunu kıstırıp geriledi biraz ama ne zaman geçtim yanından, koşmaya, havlamaya başladı. Artis herif, sıkıysa üzerine doğru sürerken havlasana öyle Gülümseme O köpeğinki sıkı değildi belki ama köylerden geçerken uzakta bir köpek gördüm, at gibi bir şeydi, hem yüksek, hem de iri falan. Beni görünce direk şeridin ortasına geçti, gözlerini dikti bana. Nasıl bir saldırı planladığını kestirmeye çalıştım ben de biraz yavaşlayıp. Baktım yolun solu boş, gaza abanıp soldan geçeyim dedim, meğer o tarafta da yol bozukmuş biraz. Azıcık dikkatsiz olsam köpeğin önünde devirecektim yani motoru Gülümseme

Köy yollarından devam ettikten sonra Pamukkale'ye yaklaştım baya. Bir sapakta sağa çektim, telefona bakmaya başladım, o kamp alanına nasıl gidebilirim deyü. Ben haritayı kurcalarken yaşlı bir adam geldi, nereden geldiğimi, nereye gittiğimi falan sordu. Kamp alanının olduğu köyü sordum, ne yapacağımı sordu, kamp kuracağımı söyledim, "ne yapacaksın orayı, şuraya kur işte çadırını" dedi yol kenarını göstererek. "Abi, rahat edemem ben böyle, sağlam bir yer olsun" falan dedim, "ya, yolu tarif ederim de gece gece kaybolursun, başına bir iş gelir" falan dedi. "Gece gece nerelerden geçtim abi ben, orayı da bulurum herhalde, bulamazsam o zaman düşünürüm" dedim, ısrar etti adam, "çadır kurma, gel benim römorkta yat" dedi. Yandaki ev adamın eviymiş, ineği yavrulayacakmış da o gece onu bekleyecekmiş, inekle beraber benim başımda da nöbet tutmuş olurmuş. Teşekkür edip gitmeye çalıştım da bırakmadı adam, "gel benim yatağımda yat madem, ben uyumam zaten bu gece" falan diye devam etti, hatta açsam hanımını uyandıracaktı falan. Şimdi, Alanya'da yol sorduğum adamlar ağzıma ..çar gibi konuşması pek rahatsız etmezken bu adamın misafirperverliği dellendirdi beni. O kadar uğraşıyor ki orada kalmam için "sapık mı ne lan" diye düşünmeye başladım artık. Hayır, kibar kibar da konuşuyor, tersleyemiyorum da, teşekkür edip gitmeye çalışıyorum, bırakmıyor. Valla, 10 dakika falan adamdan kurtulmaya çalıştım. Bir ara o tarafta ne işim olduğumu da sordu, gelmişken Pamukkale'yi görmek istediğimi söyledim, eliyle dağları işaret etti, "Bak, şuralar işte Pamukkale, şu beyaz yerler. Ya, şu yerdeki taşın üstünden su aksa ne olur, beyaz olur değil mi, orası da öyle beyaz olmuş, bir numarası yok" falan dedi, baktım adam bir tuhaf harbiden, gitmeye davrandım. "Madem öyle" dedi, "şu yolu takip et, ılıcaları geçince oteller var, git orada kal, hem yemekleri var, hem de duş alırsın" falan dedi, hem de ucuz yerlermiş, 20-25 liradan fazla verme dedi. O paraya da kıllandım. Sonuçta, Pamukkale turistik bir yer, etrafındaki oteller de pahalı olmalı diye düşünüyordum. Adamın 20-25 lira dediği muhtemelen köylülerin pansiyon diye açtığı odalar falan herhalde deyü düşündüm ama yine de adamdan kurtulabilmek için o tarafa doğru devam ettim. Yolu takip ederken bir tabela denk geldi "Yıldıztepe piknik, gazino, mesire, kamp alanı" falan gibi bir şeydi, aha dedim, kamp alanı, buraya gideyim bari dedim, o tabelaları takip ettim.

Dağ başında bir gazinoydu vardığım yer, girdim içeri, kapıda birisi karşıladı beni. Kamp alanının olayını sordum, normal ücreti 15 lira imiş, elektrik için 5, havuz ve duş için de 5 lira daha vermem gerekiyormuş. Duş güzel olurdu da havuza niyetimin olmadığını söyledim, saat 12 olmuştu çünkü. Ayrıca havuzun hemen yanındaki gazinoda eğleniyordu millet, hiç öyle havuza girilecek bir ortam yoktu yani. Fiyat da çoktu ama işte, geç olmuştu saat, pek şansım da kalmamıştı, verdim parayı. Bir şeyler içip içmeyeceğimi söyledi, bu adamdan da kıllandım, içmeyeceğimi söyledim, adam yine de içeriden portakallı gazoz alıp geldi. Kutuda getirse neyse de bardakta gelince kıllanmaya devam ettim de "lan" dedim kendi kendime, "gelinlikle kahvehaneye giren Müjde Ar mısın anasına satayım, bir şey olmaz herhalde" deyip içtim, bir şey olmadı nitekim Gülümseme

Çadır için bir yer beğendim kendime, bir ağacın dibine yerleştim. 4lü prizim de geldi az sonra, pillerimi ve telefonu şarja taktım, çadırı kurup yerleştim.

Biraz yıldız fotoğrafı çekeyim dedim ama gazino falan olunca ışık kirliliği oldu, çekemedim. Yalnız, gökyüzüne bakarken bir yıldız kaydı, böyle bir yıldız kayması görmemiştim hiç gerçek hayatta. Abi, havada uçak falan infilak etti sandım, resmen kapkalın bir çizgi şeklinde kaydı, en sonda da patlayarak yok oldu, inanılmazdı. Bak, hatırlayınca bile ürperdim Gülümseme

Bu arada, yatak pompasını getirmemiştim çok büyük diye, onun yerine bisiklet pompası atmıştım çantaya. Biraz onunla denedim, baktım olmayacak, üfleyerek şişirmeye başladım Gülümseme Epeyce şişirdim yine, yatınca yere temas etmiyordum en azından.

Yattım, gazinoda eğlence devam etti bir süre daha ama yorgunluktan duymadım bile neredeyse, nitekim, kısa süre sonra uyuyakaldım.

Yine bitiremedim yazıyı Gülümseme Sonraki bölüm inşallah bu akşam ve inşallah son bölüm artık. Zaten bir buçuk günlük bir yolum kaldı Ankara'ya Gülümseme