27-28 Mart, Sarıcakaya Kampı – 2. Bölüm

Baya kalabalıktı kamp yeri, biz vardığımızda çoktan yerleşmişti insanlar. Motorları park ettik, eşyaları indirdik.

Murat Abi’lerin ayarladığı yer kalabalık gibi olunca Levent Abi, Cumbaba ve ben yukarıya kurduk çadırları. Tam 3 çadırlık güzel bir yer vardı, orayı kapattık. Bana hafif meyilli bir yer düştü, hissedilecek bir eğim değil gibi görünüyordu öyle değilmiş meğer. Onun detayları da sonra.

Çadırları kurduktan sonra asli vazifelerimden olan fotoğraf çekme işine başlamak üzere fotoğraf makinemi çıkardım. Önce yeni motorumun fotoğraflarını çekeyim dedim (hala benim sayılmaz ama olsun 🙂 )

Üşenmesem arkada başka motor veya insanların falan görünmediği bir pozisyon ayarlayacaktım da nasıl olsa daha vakit olur, önce bir dinleneyim falan dedim. Sonra ortamın fotoğrafını çekecekken makinenin pili bitti. Pilinin az kaldığının farkındaydım, o yüzden yedek pil getirmiştim, onları taktım ben de. Pil göstergesi boş görünüyordu da belki bir hata vardır falan dedim, 3-5 fotoğraf çektim. Misal Levent Abi ve Hakan’ın yaralı parmağı:

İkili pozlar çeken Andaç:

Sonra bu piller de bitti. Küfrede küfrede kaldırdım ben de makineyi. Bu arada küçük makinenin de pilleri bitmişti ama büyük makineye yetmeyen piller küçük makineyi baya idare edebiliyormuş meğer, komple fotoğraf makinasız kalmadım yani.

Neyse. Biz kendi ateşimizle uğraşırken baktık, büyük ateş yakılacak diye toplanan odunları sömürüyor millet. Biz de eksik kalmayalım diye 6-7 kişilik bir ekiple gittik oraya ama biz gelene kadar yetkililer olaya el koydu. Önden kapanlar kaptı da biz alamadık yani. Yalnız, yukarıda bir yerde de varmış odunlar, oraya yönlendirdiler. Bizden Hakan’lar falan o tarafa giderken Levent Abi ile ben kenarda yemek yiyen gruba doğru yöneldik. Baya baya tezgah kurulmuş, bir kaç masa, ufak bir büfe gibi satış yapıyorlar, su, kola, meyve, sebze falan dolu. Diğer tarafta da köylü kadınlar gözleme ve pilavüstü kavurma satıyorlardı. Hemen aldık pilavüstü kavurmalardan birer tane, yanına da ayran, mis. Valla iyi oldu, hele yanında verdikleri rokayla yeşil soğan müthişti valla. Malum, ikisinin de kendine has bir acılığı olabiliyor ama bunlarınki tam kıvamındaydı, kütür kütür gidiyordu. Zaten sabah toplanmış herhalde dediklerine göre. Çay da vardı, birer de çay lüplettikten sonra pipolarımızı tokuşturaraktan yerimize geri döndük.

Orada da tavuk kanat hazırlığı başlamıştı. Ona pek yanaşmadım artık hayvanlık olmasın diye 🙂 5-6 parça yedim herhalde, toplamda da yarımdan hallice ekmek. Diyetteyim de 😛

Bir de çay yaptık üstüne, mis.

Bu arada hava karardıkça soğuk çökmeye başladı. Biz de kendimizi 2. Karaşar vak’asına hazırlamaya başladık. Bilen bilir, kamptan sonra vücudumuzun bazı donan organlarının çözülmesi 4-5 günü bulmuştu. Biz bir yandan ateşe yaklaşırken bir yandan da "kim dedi lan akdeniz iklimi diye, portakal yetişiyor diye, 200 metre rakımı var diye" şeklinde bir türkü tutturduk.

Neyse efen’m, çekirdek, içkiler, içeceklerle beraber gece kemale erdi. Yattık, uyuduk, sonra da evimize döndük 😛