27-28 Mart, Sarıcakaya Kampı – 4. Bölüm

Geri dönüş planlarını da konuştuk bir yandan. Gelirken fotoğraf çekilebilecek güzel yerler vardı ama motorun üstünde kaçırmıştım.

Hatta birinde fotoğraf makinesini ayarlamaya çalışırken ateşlemeyi kesen düğmeye basmışım, durdu motor. Gaz kesti diye boğuldu sandım, biraz zorladım falan, olmadı, sonradan farkettim derdinin ateşleme olduğunu da geç kalmıştık artık. Hem kalabalık olduğumuzdan hem de zaten çok vakit kaybettiğimizden sırf fotoğraf çekmek için durmamıştım yollarda, Hakan’la konuştuk, dönüşte ayrı gidelim, istediğimiz gibi fotoğraf çekelim dedik. Öyle de yaptık, ilk ayrılanlardan olduk herhalde, grupla vedalaşıp yola koyulduk.

Yola koyulduk ama çok geçmeden planı değiştirdik. Su almaya durduğumuz bir köyde baktık hava bozuyor, en iyisi oyalanmayalım, direk gidelim dedik. Bu arada, o durduğumuz köyde, tam motora binecekken yaşlı bir amca geldi, neci olduğumuzu falan sordu, söyledim, omzumdakinin anlamını sordu, anlamadım başta, gösterdi. Frank Thomas montların omzunda iki tane pırpır oluyor ya, onları soruyormuş meğer, asker falan mıyız acep deyü merak etti herhalde.

Güzel yoldu be 🙂

O değil de, dağdan inerken, şu U dönüşü gibi olan dönüşlerden birinde sağ pegi ve botun topuğunu yere sürttüm, ters eğimli bir virajdı gerçi ama olsun, sonunda ben de dönerken peg sürtenlerden oldum 😛

Bir yerde, Hakan ayağı ile bir şeyi işaret etti, baktım yolun ortasında bir kaplumbağa var, sağa çekip kaplumbağayi yolun karşısına taşıdım, durmuşken bir de fotoğrafını çekeyim dedim

Hakan, durduğumu görmemiş, virajdan sonra da arkasında göremeyince düşmüş olabileceğimden falan şüphelenmiş önce, sonra tam ben durduktan sonra geçen arabayı da hatırlayınca panikle geri dönmüş, ben de motora dönüyordum o esnada, öyle bir heyecan atlatıp devam ettik.

Çok durmadık yolda, ufak tefek sigara molaları verdik sadece. Nallıhan’da durduğumuzda benim benzin azalmıştı, haritadan benzinci aradık biraz. Nallıhan’ın içinde bir yer gösteriyordu, oraya bakalım dedik. Nallıhan içindeyken arkadan bir motor yanaştı, baktım bir KTM. Önce bizimle beraber sürüyor gibiydi ama sonra bastı gitti. Bu çocukla kampta da karşılaşmıştık galiba, onu anlatmayı unuttum herhalde bak. Ben çadırı kurduktan sonra inerken baktım bu motora binmeye çalışıyordu. Motor yokuş yukarı duruyor, yüksek ya bir de, binemiyor tabi. Yardım edeyim dedim, "bir de çalıştırmaya yardım eder misiniz" falan dedi, bu arada bize Nallıhan’da katılan motorcu da geldi yardıma. Motoru düzlüğe indirdik, çocuk zar zor bindi, çalıştırdı, sonra da çıktı gitti. Az sonra geri geldi, birisine saat sordu, geri gitti. Motoru indirirken konuştuk da motoru daha önceki gün almış, önceden YBR sürüyormuş. Ondan pek bilmiyormuş çalıştırmayı falan. Bursa’dan gelmiş ayrıca, normalde çadır, uyku tulumu falan için birisiyle konuşmuş, son anda bir terslik olmuş, alamamış malzemeleri. Bursa’dan gelen motorcu ekibi de bunu beklememiş herhalde, öyle acılar içinde gelmiş, "şimdi de geri dönüyorum" demişti. Artık malzeme falan mı ayarladı, yoksa gece Nallıhan’da falan mı kaldı bilmem de işte, ertesi gün de karşılaştık.

Neyse, ne diyordum. Biraz gittik, benzinlik falan bulamadık, geri döndük, GPS’in işaret ettiği yer inşaat halinde bir benzinlikmiş meğer. Neyse deyip devam ettik, gelirken de durduğumuz PO’da durduk yine, oranın yakın olduğunu unutmuşuz. Hem benzin aldık, hem biraz dinlendik, hem de yolun kalanı için plan yaptık. Beypazarı’da durup yemek yiyelim diye kararlaştırdık

Yola devam ettik

Nallıhan’dan sonrasının pek bir numarası yoktu, çoğunlukla düzdü yollar, manzara da kötüydü. Vakit olsa daha güzel bir rota planlasak olurmuş.

Beypazarı’da yine İnözü Vadisi’nde Dostlar’a girdik yemek için.

Ortaya sarma söyledik, birer de güveç. Güveç kötüydü yalnız, kuru ve tatsızdı. Bağevi’nin güveci rahat 1000 basardı yani. Sarma iyiydi yalnız. Zaten Hakan’ın teşviği ile yarım kilo paket yaptırdım ben, iki tane yarımlık da o aldı.

Beypazarı yolu da malum zaten. Bir de "radar var" deyü duyum aldığımızdan yavaş gidiyorduk, sıkıntıdan sanatsal pozlar kastım ben de

Hakan da cruiser’a özenmiş:

Ayaş’ta da bir çay molası verdikten sonra Ankara’ya vardık artık. Ankara’ya girişte öne ben geçecektim ki Eryaman girişini kaçırmayalım. Bir iki yerde yanlış sinyal verdim, en son doğru kavşağa geldiğimizde de ışıkta durup sola dönmemiz gerekiyordu, sol sinyali verdim ben de. Ben yavaşlarken baktım Hakan, U çekip geri döndü. Bir iki korna çaldım da kulaklıklarından falan duymadı herhalde, ben de peşine düştüm. Buluşup biraz daha farklı bir yoldan girdik. Eve vardık, sarmaları aldım, Hakan’ı uğurladım, eve çıktım, yığıldım kaldım. Yorulmuşum be hacı 🙂